Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı Başkanı Veliyettin Ulusoy, yazılı bir açıklama yaparak, “Alevi toplumu dışında hiçbir kişi, kurum, kuruluş ya da başka bir toplumun Aleviliğin ibadeti olan ayin-i cemleri üzerine ve bu ayin-i cemlerin nasıl ve nerede kurulacağına dair söz söylemelerini doğru bulmayız. Ayrıca hukuki bağlamda kanun koyucunun ve bu kanunların uygulayıcısı olarak yürütenlerin Aleviliğin dinsel niteliğini yok sayma, reddetme ya da onun yerine karar verme yetkisi yoktur”” dedi.
Alevi – Bektaşi yol ve inanç önderi Veliyettin Ulusoy’un açıklamasının tam metni şöyle:
‘‘Muhibb-i hanedanın mihmanı Ali olduğunda hangimizin hanesi mihman evi ve dolayısıyla Kırklar Meydanı olmasın; hangimizin gönlü şad olmaz ve dolayısıyla ayin-i cem kurulmasın. Meydan-ı Ali’ye oturduğunda ayin-i cemi kurmayan ve ol meydanda kalktığında talip olmayan kim?
Uluslararası hukuka göre, insan hakları temelinde tarafsızlık ilkesini gözetmek için devletler, herhangi bir din veya inancın ifade edilme biçimlerinin meşruiyetine dair bir değerlendirmede bulunamaz.
Alevi-Bektaşi-Kızılbaş, kısaca Alevi toplumu dışında hiçbir kişi, kurum, kuruluş ya da başka bir toplum/topluluk, Aleviliğin ibadeti olan ayin-i cemleri üzerine ve bu ayin-i cemlerin nasıl ve nerede kurulacağına dair söz söylemelerini doğru bulmayız.
Çünkü Alevilik, Hak Muhammed Ali, On İki İmamların, erenlerin, evliyaların, velilerin, âşıkların, sadıkların Yolu’dur ve tam da bu nedenle Hakk’a giden yoldur.
Kişi ya da bir topluluğun Hak ile nasıl bir gönül bağı kuracağına müdahale etme ve karışma hakkını kim kendisinde görebilir? Ayrıca hukuki bağlamda kanun koyucunun ve bu kanunların uygulayıcısı olarak yürütenlerin Aleviliğin dinsel niteliğini yok sayma, reddetme ya da onun yerine karar verme yetkisi yoktur. Bu konuda niteleme ve değerlendirme yapma yetkisi olmayan kanun teklifinin Aleviliğin dinsel niteliğini kabul etmeyip, onu bir kültür olarak görmesi; kanun teklifinin bir dinsel topluluğun üyelerinin din ve vicdan hürriyetlerini kategorik şekilde inkâr ettiği anlamına gelmektedir ve bu durum uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi Anayasa’nın 24. Maddesine de aykırıdır.
Alevi toplumun ibadeti, ayin-i cemlerini nasıl kurduğu, demi nasıl sürdüğü destur ve düsturları ile birlikte Kırklar Meclisi’nin ayin-i ceminde mevcuttur. Bu cemde Hakk’ın ve hakikatin binası her dem yeniden kurulur ve insan-ı kâmil olmayı temel amaç edinir. Hakikat üzerine kurulu olmayan bir kâinatın temeli çürük ve insan-ı kâmil siz bir âlem ise cesettir.
Bu nedenledir ki Alevi toplumunun kurduğu cemlerin ve sürdüğü demlerin temel gayesi Hakk’ın ve hakikatin binasını her dem yeniden kurma ve insan-ı kâmil mertebesine varmaktır. Başka bir deyişle bu anda zaman ve mekân feshedilir ve bir aşkınlık hali olarak başlangıçtaki saf, bozulmamış ve kusursuz ana vasıl olunur. Bu anda hiçbir şey bozulmamıştır, kusursuz, eksiksiz ve noksansızdır; hiçbir şey eskimez, yıpranmaz ve ölmez. Ölmeden evvel ölmemiz de buradan gelir.
Alevilerin ibadet yeri cem evleri ve ayin-i cemleri sorun olmayıp, asıl sorun; tam tersine eşit haklar temelinde, ibadet yerlerinin genel hukuki statüsünün eşitlik ilkesini her zaman ve tam gözetir nitelikte olmayan bir pozitif düzenlemeler bütününün varlığından kaynaklanan tanınma ve hakkaniyet ölçüsünde eşit muamele görme sorunudur. Bu ise Alevilerin sorunu değildir. Çünkü bilindiği üzere, Cem evlerinin statüsü AİHM, Yargıtay ve çeşitli Danıştay kararları gözetildiğinde, artık hukuken sorun olmaktan çoktan çıkmış olmalıydı. Hukuki kararların bağlayıcı olduğu ihmal edilmeksizin, Cem evlerinin statüsü üzerine alınan bu kararlarda Cem evlerinin ibadethane sayıldığı, yani ortada hukuksal bir engelin kalmadığı bilinmektedir. Bu bağlamda Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2014/11238 E., 2015/9711 K. İlişkili kararında aynen şöyle denmektedir: “Alevilik ve Alevilerle ilgili sorunlar ülkemizde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yargılama konusu olmuştur.” Ayrıca Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2020/327, E.2021/145 K. “İçtihat Metni”, 2. Ceza Dairesi, 2020/13885, 2021/2214, K. “İçtihat Metni”, 13. Ceza Dairesi 2018/5884 E. 2019/1302 K. “İçtihat Metni”. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2014/7-1038 E, 2014/990 K. sayılı 03/12/2014 günlü kararı olmak üzere bu konuda alınmış birçok karar mevcuttur.
Yol’ un ululuğu ve cümlenin kendisinden ulu olması tayin edici ve sahibinde tecelli etmeye imkân tanır. Beşeriyetin hiçbir hükmü ve kararı, Yol’ un tecelliye ti ve sahibini tayin etme kararı üzerinde değildir. Bu nedenledir ki maaş, sigorta, makam, mevki, emeklilik vs. Hak Muhammed Ali Yolunu sürenler için geçerli değildir. Ayrıca şu hususu da belirtmekte yarar vardır:
Aleviliği tanımlama ve tanımlama girişimleri ekseriyetle ‘erkekler’ tarafından yapılmaktadır. Oysaki Virani Abdal der ki: “Güruh-u Naci´den bir bacı geldi Kırkların dolusun eline aldı/Cümlesi o bacıya hep secde kıldı/Şah dedik bacıya Şah´tan içeri.” Nasıl ki kurulan cemde, sürülen demde okunan gülbanklerin, söylenen deyiş ve nefeslerin, paylaşılan lokmaların, yapılan hizmetlerin, dönülen semahların, durulan darın, görülen didarların, verilen Rızacıkların, edilen niyazların cinsiyeti yok ise Alevilikte cinsiyet yoktur. Çünkü Hak Muhammed Ali Yolu’nda hakikatin makamı birdir, kaynağı demdir, demden öte yeşil kandildeki nurdur. Muhyiddin İbnü’l Arabi der ki: “Olursun sınırlayan benimsersen tenzihi/Sınırlarsın yine benimsersin teşbihi/Kabul edersen ikisini birden, doğru yoldasın/Olursun bilgide hem önder hem efendi/Eş koşandır ikici, /Birleyense tekçi/İkiciysen sakın teşbihten/Tekçiysen sakın tenzihten/Sen O değilsin, O’sun belki de/Mutlak ve sınırlanmış görürsün O’nu işlerde.”
İnsanı ve insana dair her şeyi ifade ederken Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin şu deyişini baş tacı etmeliyiz; Hararet nardadır sacda değildir/Keramet baştadır taçta değildir/Her ne ararsan kendinde ara/Kudüs’te, Mekke’de, Hac’ da değildir.‘‘